KAHVE ÇEKİRDEĞİNİN TARİHSEL YOLCULUĞU


EFSANENİN BAŞLANGICI

Kahve bitkisinin kökeninin Afrika’ya dayandığı, içecek olarak kullanımının ise ilk kez o zamanki Habeşistan yani Etiyopya ve karşı limanı Yemen’de gerçekleştirildiği düşünülmektedir. Kahve’nin keşfedilme hikayesi 800 ile 1000 yılları arasında bir dönemde geçmiş olduğu ve efsaneye göre keçi çobanı Khaldi keçilerini otlatırken keçilerinde bir enerji artışı farketmiş.

Khaldi bu durumu fark ettikten sonra bu ağaçtan meyveler toplayıp, keşfini anlatmak için yakınlardaki Sufi dervişin kapısını çalmış. Kahve çekirdeklerinin keçiler üzerindeki etkisini dinleyen ilk başta bu anlatılan durumu onaylamayan Sufi derviş kahve çekirdeklerini odun ateşine atmış ve kahve çekirdekleri kavrulmaya başlamış ve etrafa o kahve aromasının eşsiz kokusu yayılmış. Yayılan kahve aromasının kokusu Çoban Khaldi’ye ve Sufi dervişe ilham vermiş ve kahve çekirdeklerinden güzel bir içecek hazırlamışlar.

Efsaneye göre, ateşte kavrulmuş olan bu çekirdekler bir kapta öğütülmüş ve özlerini tamamen bırakmaları için suda bir miktar kaynatılmış ve kahve de böylece keşfedilmiş olur.

Daha akademik bakarsak da tarihçilerin kaynaklara dayanan söylemlerine bakmamız gerekir.

EFSANEYE AKADEMİK YAKLAŞIM

“Kahve bitkisinin ilk olarak Doğu Afrika’da var olduğunu ama orada içecek olarak değil tıbbi amaçlarla kullanıldığını biliyoruz. 1450’li yıllardan itibaren ise Yemen’de kahvenin içecek olarak tüketildiği görülüyor; ancak o dönemde henüz kahvehaneler mevcut değil, uyarıcı etkisinden dolayı kahve daha çok gece yapılan zikir törenlerinde bir ritüel olarak tüketiliyor. Yemen’den sonra ise Mısır, Halep ve Şam gibi İslam coğrafyasının önemli kentlerine yayılıyor.” * diye anlatıyor tarihçi Prof.Dr. Cengiz Kırlı.

Kahvenin İslam coğrafyasından çıkıp küresel bir içecek haline gelmesini sağlayan durağın ise İstanbul olduğunu vurgulayan Kırlı, “Kahvenin 1550’li yıllarda İstanbul’a geldiğini anlıyoruz, 1630’lu yıllardan itibaren ise 100 yıllık geçmişiyle kaynaklarda adı geçmeye başlıyor. İlk kahvehane 1650 yılında Oxford’da, daha sonra ise 1652 yılında Londra’da açılıyor. Bu kahvehaneleri açan kişiler Osmanlı coğrafyasında yaşamış Ermeni ve Rumlar. İngiltere’den sonra Amsterdam, Paris ve Viyana gibi kentlerde de kahvehanelerin açıldığını ve kahve içme kültürünün hızlı bir şekilde Avrupa’da yaygınlaştığını görüyoruz,” ifadeleriyle kahvenin Avrupa’daki serüvenini aktarır.

“Kahvenin popülerleşmesi ancak ona eşlik eden sosyalleşme formlarıyla anlaşılabilir”

Kahvenin İstanbul’da da kısa bir sürede popülerleştiğini belirten Prof. Dr. Cengiz Kırlı, kahvenin İstanbul yolculuğuyla ilgili en çok referans verilen kaynaklardan biri olan vakanüvis İbrahim Peçevî Efendi’nin yazılarından bazı bölümleri de dinleyicilerle paylaştı. “İbrahim Peçevî Efendi’nin yazdıklarından anlıyoruz ki kahve içmek bir kahvehanede yapılan faaliyetlerden sadece biri, belki de en önemlisi bile değil. Kahvehaneler tavla ya da mangala oynamak, yazı yazmak, çengi oynatmak gibi farklı faaliyetlerin yapıldığı yerler olarak İstanbul kent hayatında önemli bir yer alıyor,” ifadelerini kullanan Kırlı, kahvenin Avrupa’daki popülerleşme sürecinin de kahveye menkul olmayan farklı faktörlere bağlı olduğunu vurguladı.

Osmanlı toplumunun ilk seküler toplanma mekânları

Kahvenin Osmanlı coğrafyasına girdiği ilk zamanlarda çok problemli olmasa da kısa bir süre sonra statüsünün değiştiğini ifade eden Prof. Dr. Cengiz Kırlı, bir dönem yasaklandığını vurgulamıştır. Kahvehanelerin ilk seküler toplanma mekânları haline gelmeleri nedeniyle siyasi otoriteler tarafından sorunlu görülmeye başlandığını da belirtti.

1792 yılında yapılan bir sayımda İstanbul’daki 13 bin dükkânın 1670 tanesinin kahvehane olduğunu belirten Kırlı, kahvehanelerden sonra en çok bulunan berber dükkânlarının da çoğunlukla kahvehane işlevi gördüğünü vurguladı. Kırlı, Müslümanların sadece kahvehaneye, gayrimüslimlerin ise sadece meyhaneye gittiğine yönelik algının yanlış olduğuna da dikkat çekti: “Meyhaneye giden epey Müslüman olduğu gibi kahvehaneye giden çok sayıda gayrimüslim de vardı. 18. yüzyıldan bir tasvir bir kahvehanede Mevlevi dervişlerini, yeniçeri ağalarını ve Ermenileri birlikte gösteriyor. Kahvehanelerin farklı gruplar arasında eşitlikçi bir ortam yarattığını iddia etmiyorum; ama seyyahların anlatılarından anladığımıza göre Avrupa’daki salonlar gibi sosyalleşme mekânlarına kıyasla kahvehaneler daha kapsayıcı bir profile sahipti.” diyor Prof. Dr. Cengiz Kırlı.

Yazılı kaynaklara geç bir zamanda geçmiş olsa da; 16yy.‘da dönemin Yemen Valisi Özdemir Paşa tarafından, Yemen’de tanıştığı kahve çekirdekleri önce Osmanlı Devleti başkenti olan İstanbul’a getirilir, sonra da Venedik tacirleriyle Avrupa’ya yayılır. İstanbul’da ise halka inmesinin en önemli etkeni, derviş dergahlarında “Sufi” içeceği olarak konumlanmasıdır. Çünkü gündüzleri günlük hayattaki mesleklerini icra eden “Sufiler” akşamları hem semaya ulaşmak adına geceleri uyanık kalmak için, hem de kahvenin tok tutan etkisi sebebiyle tercih ederler.

Kahvenin Sufilerle özdeşleşme sebebi ise; tıpkı kahvenin üretiminde olan uzun uğraş, sabır ve özen gerektiren süreç gibi bir “Sufi” nin olgunlaşması da uzun zaman isteyen ve sebaat gerektiren bir süreçtir. İşte The Whirl markasını; bu topraklardan dünyaya yayılan kahvenin ve onu en güzel şekilde tüketen Sufilerin onuruna; dünyanın en kaliteli çekirdeklerinden oluşan ve modern teknikler kullanarak özenle ve tutkuyla kavrurarak kahve tutkunlarıyla buluşturuyoruz.

Referanslar:

* Boğaziçi Üniversitesi “Mezunlarla Açık Dersler”, “Şehrin Halleri” Serisi  “Kent ve Sosyalleşme: Osmanlı İstanbul’unda Kahvehaneler” başlıklı konuşma – Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Cengiz Kırlı